4 Temmuz 2018 Çarşamba

Edebiyat ve Psikoloji


Edebiyat ve Psikoloji 

Çok sayıda insanın, çok kısa süreli yüzeysel ilişkilerinin ürettiği acı ve yalnızlık günümüz edebiyat ve psikoloji biliminin en önemli konusudur. 

Distopik bir karanlığın çalkantısı içindeki insanı geleceğe aktarmak bir o kadar zor olacak hem edebiyat, hemde psikoloji için. 

Her insanın, duyguları, düşünceleri ve psikolojisi olduğu gibi yazarlarında var. Her yazar yazdıkları andaki duygu ve düşünceleri o psikoloji ile eserlerine yansıtırlar. Bunun birebir bir yansıma olduğunu söylemek imkansızdır. 

Her yazar aynı zamanda o toplumun bir üyesidir. 

Yazar duygusunu, düşüncesini, psikolojisini olduğu gibi değil, dönüştürerek, değiştirerek ve yazdığı metinle; kendi hissettiğini, okuyana hissettirerek aktarımı gerçekleştirir.

Eserler bizi yazarın ruh dünyasına taşırken kendimizle karşılaşmamızı sağlar. 

İnsanın ruh dünyasına ağırlık veren psikolojik eserler, insanların ruh çözümlemelerini yapar; bu çözümlemeler çevremizdeki insanları daha iyi anlamamıza, milyarlarca insanın milyarlarca hali olduğunu ortaya koyarak, yaşanan olaylara ışık tutarak, durumları iyi yorumlamamıza yardımcı olur. 

Türk edebiyatında Mehmet Rauf'un Eylül, Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu bu anlamda en önemli iki eserdir. 

Psikoloji bilimi de son bir kaç asırdaki gelişmelerini bu eserlere borçludur. 

İnsanı anlatan en önemli malzemelerin başında psikoloji bilimi için edebiyat gelir.

Psikolojik eserler; gerçeğin değiştirilip dönüştürülmesiyle oluşturulduğu için bire bir gerçeği yansıtmada anlatılan olayların ve kişilerin benzerlerini yaşamımızda görmek mümkündür.

Bu eserleri okuyan her insan mutlaka kendinden bir şeyler bulur. 

Edebiyatın temel anlatım aracı olan dil diğer bilimlerinde ortak anlatım öğesidir. Bu sebeple sadece psikoloji bilimi değil sosyoloji, felsefe, tarih, coğrafya ve ekonomi gibi bir çok bilim dalı dili ve edebiyatı kullanır. 

Yazarı etkileyen her düşünceyi ve duyguyu anlatırken yeni görüşler diğer sosyal bilimlerin yardımlarıyla ortaya çıkar. 

Edebiyatın tarih ile çok yakın bir bağı vardır. 

Bir toplumun çağlar boyu ürettiği yazılı ve sözlü dil adına eserlerini ve yazarlarını bilimsel yöntemlerle tarihi bir akış içinde edebiyat tarihi ortaya çıkarır. 

Geçmiş kuşakların, duygu, düşünce, dünya anlayışı, kültürü ve uygarlık biçimlerini gelecek kuşaklara edebiyat aktarır. 

Edebiyat kuşaklar arası bir köprüdür. 

Yazmak ile ilgili en büyük yanılgılardan biri yazarlığın bir meslek olduğu sanrısıdır. Oysa yazmak bir uğraştır. Her meslekten insan yazabilir. Edebi eserlerin değerini artıran eserin konusu, yazarı, anlatım şekli, dili kullanma becerisi, mekan ve olaya bağlıdır. Bir yazarın her eseri başarılıdır algısı yanlıştır. Her eser kendi mecrasında büyür. Popüler fanatizm ne yazık ki bu yanılgıdan kurtulamamıştır. 

Yazmak aslında betimleme becerisinin sonucunda eser üretebilir. 

Her eserin önemli unsurlarından biri de yerdir. Olaylar hangi mekanda ortaya çıkmışsa o mekanın ve orada yaşayan insanların izlerini taşır. 

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi bu anlamda en önemli eserdir. 

Bu tür eserlerde 'açıklayıcı betimleme' kullanılır. Coğrafya bilimi de edebiyattan fayda sağlar. 

Edebiyatın çok geniş bir yelpazesi vardır. Bizim konumuz edebiyat ve psikoloji üzerine olduğu için edebiyatın bu yönünü daha fazla irdelemekte fayda var. 

Tazminat dönemine kadar edebiyat tarihi tezkirelerden ibaretti. 

Tezkire; şairlerin hayat hikayelerini anlatan biyografi türündeki eserlere denir. Ziya Paşa, Mehmet Fuat Köprülü, Agah Sırrı Levent, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Nihat Sami Banarlı edebiyat tarihi yazarlarındandır. 

Dünya edebiyatında psikolojik eserler anlamında ilk akla gelen yazar Dostoyevski olup Yer Altından Notlar kitabı bunun en başarılı örneğidir. 

Bir bölümünde der ki; "Ne ben kimseye benziyordum, ne de herhangi biri  bana. Tek başımayım, ama onlar hep birlik! diye kendimi alamıyordum."

Psikoloji yazmak bir insanın kendi içini olduğu gibi dökebilme başarısıdır. Ruhuna dair itiraflardır. 

İnsanın kendi bataklığının farkına varmasıdır kendini yazabilmesi. 

İnsanlık hakikate acı çekerek ulaşma yolunu seçtiği için insan bu acıların içinde yoğrularak acıdan oluşmuş bir deve dönüşebildi. 

Düşmanlığı üretip sonra barışın peşine düşmek adına yapılanların ürettiği fay kırıkları insanda çatlakların oluşmasına sebep oldu.

Adalet arayışını ve kanun denen bataklığı suçlar üretti. 

Ve yine Dostoyevski'nin dediği gibi; "Duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa kendimi parçalayacak değilim elbette. Ama önümde duvar var diye boyun eğmeyi de kabullenemem."

İşte onurlu insan budur. Boyun eğemeyiz ve eğmemeliyiz. Boyun eğmemek ne kadar acı üretirse üretsin, teslim olanların tarafında çoğunluk birikmiş diye yalnızlığımızdan nefret edemeyiz. 

Milyarlarca insanın içinde onuruyla yaşayan insan sayısının azlığıdır acıyı çok fazla üreten.

Marsel Proust der ki; "Kitaplar; sessizliğin çocukları ve yalnızlığın yapıtlarıdır."

Bunun gerçeğe çok yakın duran bir tarafı var. Konfor alanı içinde hiçbir eser ortaya çıkmamıştır. Hepsi bir mücadele ortamında, zor şartlarda, yalnızlığın içinde üremiştir.

Proust bir başka sözünde; "Birimiz ötekinin kafasındaki hayalimizi bir an görsek, hayretten donakalırız."

Ve Aziz Nesin gelir aklıma; "Bazen insan öyle özlenir ki; özlenen bilse, yokluğundan utanır."

Edebiyat ve psikoloji ile ilgili bu örnekler hem edebiyatın hemde psikolojinin birbiri açısından ne kadar önemli olduğunu fazlasıyla ortaya koymaya yeter. 

İnsan aslında öteki için yaşayan bir varlık olmakla birlikte öteki olmazsa çaresizliğine çare bulmakta zorlanan bir zavallıdır. 

İnsan öteki ile anlamını bulur. 

Sürekli siyahın veya beyazın içinde sıkışmış kalmış her insan; kendi gerçekliğini dış dünya ile kendi bağını kurmadan açıklayamaz. 

Büyük resmi oluşturan detaylardan biri olarak sürekli kalmaya çalışmak büyük resmi görmemize engel olur. 

İnsan farklı bakış ürettiği müddetçe hayattaki değişimlere ayak uydurabilir ve varlığını da sürdürebilir. 

İnsan en çok kaçtığı şeyden kendini kurtaramaz. 

Birbirine tahammül eden ile birbirini anlayan olmanın farkına vardığımızda, varmayanlara da örnek oluşturabileceğiz. 

Bizim varlığımız, başkalarının varlığını tanımlar. 

Aynılaşmak çok sıkıcı olmakla birlikte, birbirinden uzaklaşmadan farklı kalabilmek bir o kadar zordur. 

Son sözü yine Proust'a bırakmak istiyorum;

"Bilgin için deney neyse, yazar içinde izlenim odur." 

Edebiyat insan ruhunu gözlemlerle kayda almaktır. 

Kalem tutanların bazıları, tüm insanlığın yaşadıklarını yaşamış gibi yazarlar. 

Önder Karaçay 





28 Haziran 2018 Perşembe

Terapi


Terapi 


Kaosun karmaşası, 
Baş döndürücü dinamikler üretiyor
Sorunlu ve sorunsuz diye insanları ayırmak
Arkaik bir yaklaşım olur

Bir insan hakkındaki geçmişine dair bir bilgi
O kişiyi tanımamıza yetmeyeceğini
Zamanın bizzat kendisi söylüyor

Kültürümüze ve alışkanlıklarımıza aykırı olsa bile
Geriye kalan boşlukları kendimize göre tamamlayarak
O insanı tam tanımış olmamıza yetmiyor

Karşımızdaki kişinin neyin nesi olduğunun çözümünde
Onunla neler yapabileceğimizin
Tedirginliği başlar içimizde
Hırçınlaşmamızın sebebi 
'Kendimizle ne yapılacağını bilmediğimizdendir'

Narsisizmimizin yara almasından çok korkarız
Hiç dengimizi bulamayacağız diye iç geçiririz
Belki çok acımasız tanımlamalar bunlar
Yabancı değiliz yüzleşmenin tereddütlerine

Otantik bir dinlemeyle
Karşımızdakini sürekli anlamaya çalışmak
Hep bizim anlamak zorunluluğunda kalmamız
Dondurulmuş sürecin buzlarını
Çözmemiz gerektiğini ortaya koyar

İç dünyamızın derinlerine indiğimizde
İç dünyasından bir haber insanları görürüz

Esnek ve yansız bir iç görüyle
Yaşamın bir kere olduğu idrakiyle
Bu terapi, rektifiye geçirmiş bir insanın 
Geçmiş duygularıdır

Cilalı bir ölçü değil aradığım
İnsanın sızdırmazlık duygusunun 
Mantık dışı da düşünebilme özgürlüğünü tanıyabilmesi
Beyin korteksinin
Limbik sistemden bağımsızlığını talep etmesidir

İçi dışına sarkmış insanlık adına
Sarkaç ortayı bulana kadar sürecek bir olgu bu
Uyaran bir değer

Bizi yoran hayat oyununun yerini
Terapi oyunu alır
İnsan profesyonel bir hastadır
Yaşanmışlığın ve yaşanmamışlığın gerilimi boşalacaktır

Dış dünyadan gelen uyarılara karşı
Seçici ve ayıklayıcı vize mekanizması 
Beynini kullandığı halde
İnsan kendisine ait olmayan kişiliği
Kendisinin sandığı için, ağır bir bedel öder
Geçmişin genetik kodları öyle der

Önder Karaçay 


26 Haziran 2018 Salı

Tek Adam Rejimleri ve Taht Kavgaları


Tek Adam Rejimleri ve Taht Kavgaları 


Cumhuriyet rejimi darbe üretiyor gerekçesi bahane edilerek tek adam rejimine geçmeye adım atarken, akıllara tek adam rejimlerinin ürettiği taht kavgaları geldi. 

Taht kavgaları denildiğinde de bizim tarihimiz Osmanlı İmparatorluğu akıllara gelmektedir. 

Osmanlı da her Şehzade tahtın bir adayıydı. 

1.Süleyman'ın 1566 yılında ölümünden sonra Şehzadeler orduda fiilen görev almamış ve savaşa katılmamışlardı. 

Bu durum Abdülmecidin'in 1839 yılındaki saltanatına kadar sürmüştü. Şehzadelerin tahta çıkmaları konusunda Osmanlı da herhangi bir veraset sistemi kurulmamıştı.

Bu şu anlama geliyordu; her Şehzade hükümdar (Padişah) olma hakkına sahip demekti. 

1.Murat döneminde Padişah olma hakkı sadece Padişah ve oğullarına bırakılmıştır. 

Taht kavgalarının başlama tarihi de o dönemdir. 

2. Mehmet Fatih Sultan Mehmet'in çıkardığı Fatih Kanunnamesinde;

"Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizamı alem için katletmek münasibdir" şeklinde devleti aşırı merkeziyetçi bir yapıya taşımış ve Padişahı mutlak hakim kılmıştır. 

İktidar için kardeş katliamı yasalaşmıştır. 

İktidar için gözü dönmüş Fatih kardeşlerini önce katletmiş, sonra annesine kendisini masum göstermek adına kardeşlerini katleden celladın ciğerini söktürerek kendi vahşetini hafifletmeye kalkmıştır. 

İktidar ve güç çok tehlikelidir. İktidarın ve gücün değerini bilmeyen kişilere çok fazla yetkilerin verilmesi genelde facialar doğurmuştur.  

Geçmişi çok iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk geleceği en doğru tahmin eden ve tasarlayan biri olduğu artık tartışmasız bir gerçektir.

"Cumhuriyet müesseselerinin bir müstebit (baskıcı/diktatör) eline geçeceğini mezarımda bile duysam millete karşı haykırmak isterim. Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek en büyük emelimdir."

Ne kadar hazindir ki; Atatürk'ün haykırdığı bu gerçek bir yolunu bulan müstebit tarafından gerçekleşme yoluna girmiştir. 

Toplumun yarısı tarafından diğer yarısı hiçe sayılarak egemenlik milletten alınarak artık tek bir kişinin insafına terk edilmiştir. 

Baskı altında edilgenleşmeye müsait insan sayısının fazla olması doğurdu bu zulmü. 

Cumhuriyetin ürettiği büyük değişime rağmen 1950 sonrası eğitimsiz ve dinselleştirilmiş kitlelerle bu darbe gerçekleşme yoluna girdi. 

Muhafazakar zihniyetin muhafaza ettiği tek değer sömürüyü sürdürmektir. Yeni siyasi partiler kurarak örgütlense, yeni liderler ile yollarına devam etseler bile din ile vicdan sömürüsü ilkesi asla değişmez.  

Toplum adına tek bir kişinin bu kadar çok yetkilerle donatılmış olması; hem o kişi için hem de o toplum için en büyük tehlikedir. Bu tehlikenin ne tür felaketlere sebep olacağını tahmin etmek imkansızdır.  

Örneğin tek adamdan sonra o tek adamın yerine ne konulacağı ve kimin nasıl iktidar olacağı belli değildir. 

Yarın bu tek adam rejimi bundan sonra iktidar babadan oğla geçecektir diye olağanüstü hal sığınağında bir yasa ile bunu yapmayacağının bir garantisi ve engelleyebilecek bir hukuk sistemi var mıdır? 

Bu süreç daha fazla baskı ve şiddet üretecek haliyle daha fazla olaylara, krizlere, darbelere yol açacaktır. 

Milletin kaderini tek bir kişiye emanet eden toplumun diğer yarısı arasında çıkar kavgası aynı zamanda tahtı paylaşma kavgasını da doğuracaktır. 

Nitekim 15 Temmuz darbe girişimi aynı yolun yolcusu ve hukuksuz tek adam gibi davrandığı dönemde bile kendi içinden birilerinin çıkıp darbe yapmaya kalktığı yakın tarihin unutulmayacak gerçeğidir. 

Rejim değişikliği bile olağanüstü hal gibi olağanüstü hukuksuzlukların yaşandığı bir ortamda sandığa gidilerek adil olmayan ve medya terörü ile tek tarafa yoktan dayatmalarla gerçekleşmiştir. 

Parlamentolu Padişahlığın bir anlamı yoktur. Demokrasi ile ilgisi de yoktur. Sandıkta halka kabul ettirilmiş olmasının bir anlamı olmadığı gelecekte iş işten geçtikten sonra anlaşılacaktır. 

Parlamento ve vekiller tek adamın kullandığı ve sözde demokrasi yaygarasının aracı haline getirilecektir. 

Bugün tek adam rejiminde verilen yetkiler geçmişte Padişahlarda bile yoktu. 

Felaketin boyutunu buradan bakınca çok daha net anlamak mümkündür. 

Tek adam rejimleri emperyalizmin bir talebidir. 

Sebebi de sürdürülebilir sömürge sistemini kurmaktır. 

Ülkemiz bu anlamda özelleştirmeler sonucu ekonomik işgal altında olup, toplumun yarısı tek adam rejimi ile emperyalizmin ekmeğine yağ sürmüştür. 

Bu işgal ve tehdit karşısında tek adamın çaresizliğini; ekonomik zorluklar, tüketerek borçlanma sömürüsü artıracaktır. 

Küresel ve yerli finans kapital kendi çıkarlarını en iyi korunacak şekilde kanunlarla korunma altına alınmasını tek adamla rahatlıkla sağlayacaktır. 

1929 buhranında Avrupa'yı vuran faşizm bugün ki ekonomik kriz ile bizi vurmaya başlamıştır. Bu ekonomik krize bizi özelleştirmeler ve üretmeden borçlanarak tüketmek dayatması sebep olmuştur. Beka sorunundan bahsedilme sebebi budur. Bu noktaya getirenlerin buna çare olmaları mümkün değildir. 

Büyük çalkantılarla hem siyasi, hem de ekonomik krizlerin yaşanacağı bir döneme girilmiştir. 

Toplum üretmediği ve adil paylaşımdan daha da uzaklaşacağı için daha da fakirleşecektir. 

Dine dayalı tek adam dayatmasından sonra kurulan millet iradesine dayanan Cumhuriyetimizin tekrar aynı kulvara girmesi tarihin ve talihin talihsizliğidir.

Millet iradesine dayanan Cumhuriyet rejimine sahip çıkamamış olmanın derin üzüntüsünü yaşayan toplumun diğer yarısı gelecek adına en büyük umuttur. 

Bu sürecin tüm dayatmalarına rağmen herkesi teslim alamamış olması en büyük kazancımızdır. 

Bin yıllık yenilgiyi galibiyete çevirmek için Mustafa Kemal Atatürk'ü bekleyen Türk Milleti sabrı ile yine bu zulmü yeneceği günler yakındır.  

Baskı ve dayatma altında, hukuk devletinden yoksun bir ortamda, adil olmayan bir seçimle sandıktan çıkan bizim seçimlerimiz değil, kendilerini dayatmayla seçtirenlerin halka onaylatma oyunudur. 

Franz Kafka'nın dediği gibi; "Seçim diye bir şey yoktur. Çünkü siz onları seçmiyorsunuz, onlar kendilerini size seçtiriyorlar."

Dayatılanı onaylamak seçim değildir. 

Demokrasi ahlaklı mücadeleyi temsile taşıyabilmektir. 

Baskı rejimlerinde halkın önüne sandığı kim koyuyorsa, sandıktan çıkanın aynı zihniyet olduğu  değişmemiştir. 


Önder Karaçay 







  



13 Haziran 2018 Çarşamba

Para Kirdir


Para Kirdir

"İnsanlık tarihinde paradan daha fazla adaletsizlik üreten bir başka araç yoktur."

"Adaletsizliği bir yangından daha önce önlemeliyiz" Herakleitos 

Para ihtiyaçlarımızı karşılamak için araç olması gerekirken zenginleşmek ve sömürmek için amaç olduğu bir çağda esaretin adının para olduğu ile yüzleşmeden bu esaretten kurtulmamız mümkün değildir. 

"Paranın öldürdüğü ruh, ecelin öldürdüğü ruhla yarışmaktadır." 

İnsanların dünyası yaşadığımız her an paranın etrafında dönmeye ve sönmeye başladı. 

Cebimizde bize ait olmayan eller dolaşmaya ve canı ne kadar istiyorsa o kadar almaya başladı. 

"Para her şeyi yapar diyen adam, para için her şeyi yapan adamdır." Benjamin Franklin 

Oysa para takasın yerine bir değişim aracıdır. 

Günümüzde değişimin amacı olmuştur. 

"Para kirdir."

Anadolu da Lidyalılar tarafında para bulunmadan önce takas sistemiyle değişim gerçekleşmekteydi. 

Daha sonra insanlık parayla sömürü araçlarını üretti. 

Parayla sömürü araçlarının başında bankacılık gelmektedir. 

Bankacılık borçlandırarak tefecilik yapmak amacıyla parayı kullanmıştır. 

İlk borç verme İtalya'nın Roma kentinde bir bankın etrafında gerçekleştirildiği için tefe konulması gereken bu tefeciliği yapanlara banker, kurumlara da banka denilmiştir. 

Oysa bankacılık sektörünün amacı parası olanlardan parayı toplayıp, olmayanlara girişimcilik ve üretim ile ticaretin gelişmesine kaynak aktarmak olması gerekirken borçlandırma tüketime kredi vererek geri dönüşü olmayan krediler ile sömürü sistemine dönüşmüştür.  

Dünya ve insanlık organize sömürü sistemiyle bu noktaya geldi. 

Her ülkede iktidara taşınanlar halktan yetkiyi alıp para ve sermaye ile kurdukları sömürü sistemini işletecek muhtaçlığı emrine aldıkları iktidarlar ile gerçekleştirmişlerdir. 

Asgari ücret ahlaksızlığı işte bu sömürüye müşteri çoğaltmak için üretilmiştir. 

"Düşük gelir yüksek sömürü demektir." 

İnsanlık tarihinin en utanç verici sömürge aracı banka ve amacı paradır. 

Bankalar üretime ve ticaretin gelişmesine asla destek olmamakla birlikte verdikleri kredileri yüksek maliyetlerle verdikleri için kredi verdiği kurumlardan aldıkları ipotek vb teminatlarla o kurumların batmalarına sebep olmakta ve varlıklarını ele geçirmektedirler. 

"Kapital düzen israf ve iflas sistemidir." 

Kapital kendi gücünü daha da artırmak adına; tüketime verdiği kredilerle israf ettirir, sözde üretime ve ticaretin gelişmesine verdiği kredilerle iflas ettirerek sömürür. 

Tefeciliği kurumsallaştıran yapıların çoğalması ve teknoloji destekli ağların çoğalması sömürüyü daha da kolaylaştırmıştır. 

Bankalar bugüne kadar insanların yoğun yaşadığı her yerde şube açarak yaptıkları sömürü kira ve personel maliyeti ürettiği düşüncesiyle bugün teknolojiyi kullanarak şubesiz, personelsiz daha az maliyetle daha çok sömürü düzenini kurmanın peşindedir. 

Borsa aracılığı ile parayla vergi ödemeden para kazanan tefecilere alan açılmıştır. 

Yabancı parayı ithalat ve ihracat yapan kurumların bulundurması gerekirken yabancı parayla ilgisi olmayan her insanın yabancı para bulundurmasının önünü açan serbestlik kur aracılığıyla sömürünün yolunu açmıştır. 

Paraya olan bağımlığı artıran ekonomi düzeni doyumsuz sermaye ve emrimdeki iktidarlar tarafından kanunlarla koruma altına alınmıştır. 

"Bankacılık kanunla korunan tefeciliktir."

Bankalar para çoklama niyetinin sinsi kalkanıdır. 

Devletler arası üretilen düşmanlıkların ve çıkarılan savaşların amacıda sermayenin ürettiği silahları düşmanlara satarak zenginleşmektir. 

Parayı ve ekonomik gücü ele geçiren sermaye toplumu daha fazla ve sorunsuz sömürmek için temsil yetkisi alanlara ayar vermek, gerekirse onları iktidardan uzaklaştırmak için askeri darbeleri, ekonomik krizleri kullanmışlardır. 

Dünya ve insanlık bugün barış, güven, huzur ve demokrasi gibi iyi bir gelecek umudundan yoksun olmasının sebebi sözde barış, demokrasi ve gelecek adına daha fazla sömürü gerçekleştiren, sermaye düzeninin gücünü artıran banka, borsa, döviz, faiz vb gibi araçların korunmasından kaynaklanmaktadır. 

Fakirliğin sebebi birilerinin para çoklama yapmasına izin vermektir. 

Sermaye sahiplerinin midesi kimsenin midesinden daha fazla büyük değildir. 

Başkalarının hakkını yeme alışkanlığını sermayenin bunu midesi kaldırabilir. 

Tam bağımsız, onurlu ve özgür insanların bunu kabul etmesi mümkün değildir. 

Çoğunluğun buna karşı çıkmıyor olması haklı olduklarını da göstermeye yetmez. 

Hak yiyenlere doğrudan ve dolaylı destek olmak da hak yemektir. 

Ana okuluna giden bir çocuğun da, ölüm döşeğinde bir emekli insanın da bankaya mahkum edilmesi kadar büyük ahlaksızlık yoktur. 

Bu vahşi sömürüye her insanı mahkum etmektir amaç. 

Çocuk bankacılığı adı altında bankalara küçüklükten çocukları alıştırmaya kalkmak, tüketimi, teknoloji bağımlılığını özendirerek sömürmek kadar büyük ahlaksızlık yoktur. 

Para ve araçları kirdir. 

Seksen milyon nüfusu olan ülkemizde toplumun % 1'ine bile istihdam imkanı sağlamayan bankacılık sektörü iki yüz bin çalışan sayısını azaltmak adına; mobil bankacılık, dijital bankacılık adı altında insan çalıştırmadan, insan sömürme sistemini kurmanın peşindeler. 

Teknoloji ile insanları memur gibi çalıştırarak işlerini kendilerine yaptırarak maliyetlerini düşüren bankalar buna rağmen borçlandırma maliyetlerinde hiçbir indirim yapmadan bu farkı da cebe indirmektedirler. 

Bindikleri dalı kestiklerinin farkında bile değiller. Sömürmek istedikleri insanların bir işi ve geliri olmazsa nasıl sömürecekler?

Borsaya para yatırarak zengin olacağım hayaliyle insanların paralarını iç ettiler, döviz kuru artışı ile para kazanıp zengin olacaklar diye döviz mağdurları ürettiler, borçlanma imkanı olmayan insanları borçlandırarak hayatlarını söndürdüler, kredi kartları ile olmayan parayı harcatarak alacaklısı oldular.

Bugün yastık altı geleceğimiz olan tasarrufumuz altına göz dikerek şubelerinde altın günleri yapan bankalar yastık altından da toplumu sömürmeye başlamıştır. Altın kura bağlanmıştır. Ahtapotun eline kolunu kaptıran kaybolmaktadır. 

Bundan yaklaşık yirmi yıl önce yüz liradan yirmi lira tasarruf edebilen toplum bugün beş lira bile tasarruf edemez hale düşmüştür.  

Borçlanarak paranın etrafında dönen hayatlar sönmektedir. 

Buna sermaye ve emrinde kol kola birlikte hareket eden iktidarlar sebep oldular. 

Düşük ücret işsizlikle tehdit aracına dönüşmüştür. Çünkü çalışmazsan çalışacak var denilmektedir. 

İnsani yönünü sıfırlamış kapital düzen, emekli olmuş emekliliğin keyfini süreceğine düşük gelir çıkmazında bankaların kucağına itilmiştir. 

Oysa ülkemizin her insanına yetecek kadar üretimi ve geliri vardı. 

Üretim küresel tekellerin eline geçtikten sonra teknoloji destekli istihdamsız sömürü düzeni sermaye tekellerine daha fazla kazanma fırsatı verdi. 

Sürdürülebilir olamayan bu düzenin tez zamanda yıkılacağının da göstergesidir. 

Canı yanan uyanacaktır, uyanmaktadır. 

Toplu can yakan yıkımlardan ders çıkarmayan toplumlar tek tek canları yanmaya başladıklarında çok daha geç uyanmak zorunda kalırlar. 

12 Eylül 1980 kıyımından acı çekerek uyanmayan toplum şimdi geleceğini tamamen kaybetme noktasına geldiğinde yeni yeni uyanmaya başlamıştır. 

Bana ne, benim tuzum kuru zihniyeti hakim olduğu için o toplumun acı çekme süresi uzar. 

Kapital düzen paylaşmayı istemeyen ve hep bana diyen bir zihniyet olduğu için yıkılmalıdır. 

Özelleştirmeler ile sosyal devletin ortadan kaldırılması sonucu sıra hukuk devletini yok ederek tek bir kişinin sopasıyla tüm toplumu baskı altına almaya kalkmak devrimin ilk habercisidir. 

Güce tapmak insanların esaretini artırmış ve sömürüyü bu konuda rekabetin artması ile kolaylaştırmıştır. 

Esir düşenlere hayranlığın çoğaldığı bir gidişatın ürettiği çürüme çöküş üretecek ve devrim doğuracaktır.  

Goethe'nin dediği gibi "Para ile insan ilişkisi aynen şöyledir; insan paranın sahtesini yapar, para da insanın."

İnsanın kazandığı para yerine, paranın kazandığı insanlardan korkmak gerekir. 

"Paraya bağımlı olmamak insana bağlıdır." 

Para ile her şeyi satın alabileceğine inanan insanlara;

"Para için kendini satabilirsin yalnız satıldıktan sonra kendini geri alamazsın,
zulme köle olup, insanlık alamazsın,
parayla gıda, giysi alabilirsin ama iştah alamazsın, 
ilaç alabilirsin, sağlık alamazsın,
bilgi alırsın, bilge olamazsın,
gösteriş satın alabilirsin, güzellik alamazsın,
parayla eğlenebilirsin, neşe ve mutluluk alamazsın,
parayla boş vaktini çoğaltırsın, huzur alamazsın,
para her şeyin kılıfını alır, özünü alamazsın.
Kendinde arayıp bulman gereken her ihtiyacını parayla karşılamaya kalkarsan paranın kölesi olursun."

Bir musibet bin nasihatten evla olsa bile yine bir nasihat etmeden bitirmek istemiyorum yazımı.

Midenizi başkasının ekmeğine,
Sırtınızı başkasının elbisesine,
Cebinizi başkasının parasına,
ALIŞTIRMAYIN!...

Para insanı değiştirmez sadece maskesinin düşmesine katkı sağlar. 

Aldatılmanın en kötüsü bir insanın kendi kendisini aldatmasıdır. 

Ürettiğinden çok üreyen ve tüketen toplumlar paranın kölesi olurlar. 

Önder Karaçay 






   


11 Haziran 2018 Pazartesi

Atalet


Atalet 


Dip dalganın yavaş yavaş yükseldiği bir dönemde ataleti ve ataletten kurtulmayı dilim döndüğünce yazmaya çalışacağım. 

Atalet kısaca eylemsizlik demektir. 

İnsan hayatın geri dönüşüm kutusuna çok sorun gönderdiği için sistemi yavaşlatırken, aslında yavaşlayan kendisi olduğunu atladığından dolayı atalete yakalanır. 

Bıkkınlığın da bir ağı var. Hayattan soğuyan her insan, bu tuzağa düşerek kendini ataletin içinde bulur.

Genelde atalete düşen insanlar durumlarının farkında olmadıkları için bu ağdan kolay kolay kurtulamazlar.  

Gelecek kaygısı üreten, yaşama sevincini öldüren ve adaletin olmadığı her toplumda hayat atalet üretir. 

Atalete düşenler başını kaldırarak adaletsizliğe karşı mücadele edeceği yerde adaletsizlik üreten zulüm lehine kaşlarını kaldırarak çok da farkında olmadan kendisinin  ürettiği dirençle adaletsizlik üreten zihniyete dolaylı hizmet eder. 

Tembellik, teslimiyetçilik, yılgınlık, yeis, miskinlik, üzerine ölü toprağı serilmiş gibi davranmak, yumurta kapıya gelmeden hareket geçmemek, bezginlik ve zevksizlik belirgin özellikleridir atalete düşen insanların. 

Atalete düşen insanların en belirgin davranışları mazeret üretmeleridir. Kendi hatalarını bile başkalarının hatası olarak göstermek konusunda gösterdikleri çabayı kendi yanlışlarını görmek ve düzeltmek için göstermiş olsalar ataleti yenebilirler. 

Hayata bakışı sitemkar, umursamaz, kaygılı, eleştirel, genelde kötümser ve çözümü düşünmeyen bir reaktif tembellik içerisindedirler. 

Bu konuda her konu başlığını ayrı irdelemek daha faydalı olacaktır. 

İnsanın zaman zaman sitemkar olması normaldir. Yalnız sürekli sitemkar olması normal değildir. 

Umursamazlık ile ilgili de aynı şeyi düşünebiliriz. Sürekli bir umursamazlık içinde yaşamak canlı ölü tavrıdır. 

Kaygılı olmak her zaman olması gereken bir davranışken insanı kötümserliğe çok hızlı çeken bir duygu olduğu için kontrol edilebilir bir kaygı önemlidir. Kararında kaygı iyidir. 

Eleştirmek hayatın önemli bir ihtiyacıdır. Neyi, ne için eleştirdiğiniz eleştirinin kendisinden daha önemlidir. Doğru ve gerçek adına eleştiri yapılması normaldir. Yanlışı savunmak adına doğruyu eleştirmek atalettir. 

Atalet kötümserliğin bataklığıdır. Hayatta bütün yaşananlara bu pencereden bakarlar. Oysa hayatta her yaşananı kötümserlikle açıklamak insafsız bir yaklaşımdır. Ne için kötümser olduğunu da bir o kadar önemlidir. 

Reaktif tembellik ataletli insanların bağışıklık kazandığı durumun adıdır. Tembelliğe demir attıkları için aktif olmak akıllarına bile gelmediği için işlerine de gelmez. Bu tavır eleştiriyi ve kötümserliği de tetikler. 

Bu yapıları yaşama sevinçlerini ve enerjilerini yok eder. 

Enerjisinin tükendiğini hissedenler kendilerini yenden şarj etmek yerine kalan enerjilerini de tüketmek için çabaladıkları için bu bataklığı terk edemezler. 

Hayatının her dönemimde her insan atalete düşebilir. Önemli olan sürekli atalet içinde kalmamak ve kurtulabilmektir. 

Eylemsizlik hali olarak da tanımlanan atalet amaca yönelik eyleme geçirilemeyen kişi olarak da tarif edilir. 

Atalete düşen insanlar içten beslendikleri için yanlış davranışlarıyla ilgili çok güçlü görünürler.

Hayatın ürettiği engellere karşı mücadele ederek engeli aşmak yerine direnç üretirler. Kendi ürettikleri direnci kırmayı başarabilecek karşı bir eyleme geçme davranışını içinde besleyemedikleri için sürekli atalete teslim yaşamak zorunda kalırlar. 

Üzerine ölü toprağı serilmiş deyimi atalete düşen insanlar için söylenir. 

Akıl ve duygu dengesindeki uyumsuzluğun adıdır atalet. Aklın evet dediğine kalp hayır der, kalbin evet dediğine akıl karşı çıkar. 

Geçmişin keşkeleri ve geleceğin endişeleri insanı atalete düşürür. 

Keşkesiz bir hayatı başarabilirsek, endişesi daha az bir geleceği de tasarlayabiliriz. 

İnsan kendisinde değişimi kendisinin ne olduğunu kabul etmesiyle başlatabilir. Kendisi olmaktan çıkmaya başlayan her insan çürümeye başlar. 

Atalet çürüme sürecidir. 

Atalete düşüren her sebep çürümeyi bütünleştiren etmenlerdir.

Hayatta insanları atalete düşürmek isteyen ve bundan çıkar sağlayan kötülükler hiç bitmeyeceğine göre gardımızı bizi kötülüklerin kucağına itecek tehlikelere karşı ayrı önlemler almamız ve bilincimizi bu yönde de geliştirmemizi gerektirir. 

İnsanlar kendi başlarına bir adaletsizlik gelmediği müddetçe, adaleti düşünme ihtiyacı duymadıkları ve tedbir almadıkları için merhametsizlerin hedefi olurlar. 

Korkmadan ve güvenli mi diye çok endişeye düşmeden, menfaati çok ileriye çıkarmadan, kibrin tuzaklarına düşmeden, vicdanımızın sesine kulak verirsek adaletsizliği önleyecek gücü kendimizde bulur, güçleri birleştirerek adaleti sağlar, toplumsal reflekse dönüşen ataleti yeneriz.. 

Adaletin hesap sorduğu yerde, merhametsizlik hakkını kaybeder. 

Önder Karaçay 









7 Haziran 2018 Perşembe

Sivil Örümceğin Ağına Düşen Fenerbahçe


Sivil Örümceğim Ağına Düşen Fenerbahçe 

Sivil örümceğin ağına önce kendileri bilerek ve isteyerek düştüler. 

Bu sivil örümcekler bu sömürüye hizmet etmekten gurur duymaktadırlar. 

Chathame House kurumsal ortağı Koç Holding oldu. Daha önce kimdi? Akbank yönetim kurulu başkanı Suzan Sabancı Dinçer...

Chatham House kimdir? 

1921 yılında Servi Osmanlıya imzalatan İngiliz zihniyettir. 

Bu zihniyete 2009-2016 yılları atasında Akbank ve Suzan Sabancı Dinçer,
2016 yılından bu yana Koç Holding ve Ali Koç hizmet etmektedir. 

Bugün ki amaçları nedir? 

Ülkemizdeki ekonomik işgali gerçekleştirmek ve sömürüyü sürekli hale getirmektir. 

Feberbahçe gibi büyük bir kitlesi olan kulübün hedef alınmış olmasının altında yatan gerçek sebep budur. 

Önce Fenerbahçe kulübüne sızdılar, sonra yönetimde yer aldılar, kulübün borsaya kote edilmesini sağladılar, şimdi kulübü yönetmeye başlayacaklar. 

Gelecekte kulübün satılmasını isterlerse kimse şaşmamalıdır. 

Amaç Fenerbahçe ve diğer büyük kulüpleri sermaye sahiplerine satmaktır. 

Bunu bugünden yazmak ve uyarmak boynumuzun borcudur. 

Paraya malzeme olan spor, spor olmaktan çıkmıştır. 

Spor kulüplerinin ticari bir malı gibi alınıp satılan ve bundan alınmayan hatta gurur duyan sporcular İNSAN TİCARETİNE konudur ve maddi menfaat sağladıkları için de hiç rahatsız değiller. 

Spor kulüpleri arasındaki bu insan ticareti en karlı ve en kirli ticarettir. 

Sporla zerre kadar alakası olmayanların sırf sermaye sahibi ve karlı işleri seven sermaye sahiplerinin bu işe girmesi spor kulüplerini yönetmeye kalkmalarının sebebi insan ticaretinin çok karlı olmasıdır.  

Spordan çok görsel bir şov olan ve borsaya kote edilerek parayla para kazananların aracı olan spor kulüplerinin küresel sermaye komisyoncularına teslim edilmesine aslında şaşmamak gerekir.

Gelecekte spor kulüplerini de özelleştirmeye kalkıp sermaye komisyoncusu kodamanlara satılmasına zarar ediyor, satılması gerekiyor bahaneleriyle ve medya terörünü aynı özelleştirmelerde halkı kandırmak için kullandıkları gibi kullanmaya kalkacaklar. 

Bunun batı da örnekleri var zaten. Batıda ki örnekleriyle ikna ederek bu kulüpleri de ele geçirmek için bir girişimdir. 

Sivil Örümceğin Ağı Nedir? 



Sivil Örümceğin Ağında kitabının yazarı Mustafa Yıldırım bu ağı aşağıdaki gibi tarif etmektedir.

"ABD parti örgütleri, Quantum şirketleri bankerleri (Temsilcileri George Soros), Alman, İngiliz, Fransız, Hollanda, Belçika siyasal partileri ve uluslararası şirketlere bağlı örgütlerden oluşan şebekenin çabalarıyla bir çok ülkede kütleler eylemlere sürüklendiler. Bazen ülke bütçelerini de aşan paralarla kışkırtılan bu eylemlerle, tarihsel köklere dayanan iç yapılar parçalandı; çok partili, ama güdümlü bir siyasal ortam oluştu. Ülkenin doğal kaynakları, sanayileri, para piyasaları, bankerlerin ya da kartellerin eline geçti. Nato Genişletme Projesi uyarınca yeni üye ülkelerde üsler kuruldu; güvenlik kurumları ABD'nin emrine girdi.

Ülkemizde de azınlık milliyetçiliği örgütlenmesi, örümcek ağıyla bütünleşti. "Yerel yönetimlerde özerklik" çalışmasıyla, kurulması düşünülen federasyonun altyapısı oluşturuldu. Yabancı devletlerin elçiliklerinde, yayılma örgütlerinde yıllarca çalışmış olanlar meclise girdiler, hatta bakan oldular.

Örümcek ağı örgütleri, lider adaylarını seçtiler ve ödül olarak onları ABD'ye gönderdiler. Güdümlü örgütlerin temsilcileri, yıllarca yabancılarla birlikte hazırladıkları Anayasa tasarılarını ortaya sürdüler. Emekli TSK yöneticileriyle Örümcek Ağı'nın önde gelenleri, aynı kurullarda çalışmaya başladılar. ABD operatörlerinin amaçladıkları gibi "toplumsal algılama dizgesi" yeniden üretildi. "Uluslararası Din Hürriyeti" senaryosu ile güçlendirilen tarikatlarla azınlık milliyetçisi liberal teslimiyetçiler, aynı cephede yan yana geldiler. 

Sorunlar ve çözümler açıktır: Ülkemizdeki, örümcek ağını destekleyen CIA, Mossad, MI6, BND, Savama gibi örgütlerin istihbarat ağları ortaya çıkarılmadıkça, yabancıların içerideki ortaklarının girişimleri engellenemeyeceğinden bu konudaki araştırma ve değerlendirme görevi de artık ertelenemez..." Sivil Örümceğin Ağında - Mustafa Yıldırım - 23 Nisan 2009 Basın sunuş bölümünden...

Bu ağın emrinde ülkemiz aleyhine faaliyet gösteren Koç Holding, Sabancı ve kısaca Tüsiad denen işbirlikçilerin bu ihanetlerini halkın gözünden kaçırmak için Fenerbahçe'yi kullanmaya kalkarak üzerini örtmeye çalışmalarına destek olanların hepsi aynı yolun yolcusudur. 

Bilderberg Mafyası Nedir?

Bilderberg Felaketleri 
Sanırım ne olduğunu bilmeyen çoktur,
Dünya tekelci sermayesinin dayatma adına mafyasının,
Gizli örgüt gibi toplantı yaptıkları yerdir burası.
Tekelci sermayenin siyasi koludur,
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde,
Gözlerden ırak, polis kontrolünde,
Basına bile yasak gizli bir toplantıdır.
Bu şartlı ve dayatma toplantısına kimler katılır?
Toplantıdan aldığı izlenimlere göre yazılar yazar seçilmiş gazeteciler,
Zaten toplantının amacı orada tembihlenen niyetleri dışarıya aktarmaktır,
Nedense not tutmak, resim çekmek, şeffaf olmak yasaktır.
Dünya mafyası toplantılarına katılanların şeffaflıktan bahsetmelerine kanmayın,
Algı oluşturarak kendilerini gizlemek içindir.
Ülkemizden de sermaye adına mafyalığa soyunmuş birileri seçiyordu,
Siyasetçileri, iş adamlarını, gazetecileri,
Algı değişikliği yapan tüm unsurlar burada yerini alırlar.
Ahtapot bu satılık niyetlilere ders verir,
Ders notu tutmak bile yasaktır.
Güçlü hafıza kurnazlık ve beceri gerektirir.
Her seferinde YENİ birileri bulunur ve kullanılır.
Televizyonlarda çok bilgili sunulur, akıl danışılır,
Anlattıkları ahtapotun istediğidir, çoğu insan bilmez.
Bazıları hiç renk vermezler ağır abi rollerine bürünürler,
Bağlı oldukları kulüplerle gazetelere ilan vererek,
Hükümet devirdikleri de görülmüştür, başka karanlık işlerde,
Kendilerini dünyanın ve ülkenin sahibi sanırlar.
Bundan sonra Türk Milletine düşen bu toplantılara,
Ülkemiz adına katılanları artık deşifre etmektir.
Basında kimlerin katıldığı isimlerine kadar yazılıdır,
Kalemime kıyamadığım için isimlerini yazamıyorum, arayan bulur.
Bu ilgi şu duruma katkı sağlayacaktır,
Katılacak birileri çıkmadığı müddetçe,
Buradan bize tehdit gelmeyecektir.
Özellikle küresel sermaye işbirlikçisi,
Ülkemizin kendilerini büyük sermayesi olarak,
Tanıtanlara çok büyük ders olacaktır.
Bu felaketin ülkemizi ve dünyayı ele geçirme,
Niyeti kursaklarında kalacaktır.
2015 yılında yazmıştım bu satırları...Şimdi isimlerini de yazmak gereği şart oldu. 


Bilderberg mafyasını basında çıkan haberlerden aldığım görsel ve yazılarla anlatmak daha doğru olacaktır. 

Bu çetenin ülkemizdeki en son yetkilisi 2004 yılından 2015 yılına kadar Mustafa Koç olup bu çetenin gizli toplantılarına katılan siyasetçi, iş adamı, gazeteci ve kullanılacak kim varsa onlara kendisi karar vermekteydi. 

En son yaptıkları toplantıda sanki bunların göreviymiş gibi Deaş terör örgütünü görüşmek adı altında Türk Mevsimini planlıyorlardı. 

1950 yılından bu yana bu mafyanın gizli toplantılarına ülkemizden katılanların isimlerini ibret olsun diye kimse unutmamalıdır. Liste halinde de yazmayı bir görev biliyorum. 

Adnan Menderes,
Nuri Eren,
Nuri Birgi,
Selahattin Beyazıt,
İhsan Sabri Çağlayangil,
Cem Boyner,
Gazi Erçel,
Emre Gönensay,
İsmail Cem, 
Mustafa Koç,
Suzan Sabancı Dinçer,
Sedat Ergin, 
Nuri Çolakoğlu,
Hasan Cemal,
Soli Özel,
Ruşen Çakır,
Cengiz Candar,
Zeynep Göğüş,
Fehmi Koru,
Sami Kohen,
Fuat Keyman,
Serpil Timuray,
Enis Berberoğlu
Faik Öztrak,
Zeynep Damla Gürel.

Ülkemizde yaşanan ne kadar darbe, kriz, kötülük varsa hepsinin altından sivil örümceğin ağında ki bu işbirlikçiler ve kullandıkları kişiler çıkmaktadır. 

Gazi Erçel ismi için ayrı bir parantez açmasam olmaz. Çünkü 2001 yılı krizinde kendisi Merkez Bankası Başkanıydı. Kurun iki katına çıkacağı haberini başta Akbank olmak üzere bankalara bilgi vererek bir gecede milyar dolar vurgunlar vurmasına sebep oldu. O tarihte Akbank'ın bir şubesinde çalışıyordum. Akbank; "Krizden büyüyerek çıkan tek banka olduk" diye övünüyordu. Aynı anda anlamamıştık. Nasıl olur kriz ve krizden büyüyerek çıkmak. Sonradan gazetelere küçük bir haber olarak da yansısa anladık ki Gazi Erçel bankadaki parasını dolara çevirmiş ve iki katına çıkacağı haberini uçurmuş. Bu ihanetin üzerinden 17 yıl geçmesine rağmen adalet önünde hesabı sorulmamış vurgun vurulan ve bedeli Türk Milletince ödenen tutar geri iade edilmemiştir. 


Dünya mafyası Washington’da bir araya geldi!
Bu yıl BİLDERBERG cemaati, Amerika’nın Virginia eyaletinde ünlü Marriott otelinde toplandı..
2012 Bilderberg’ine davet edilen 5 kişi arasında daimi katılımcılar Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ve Ali Babacan’ın yanısıra Vodafone Türkiye İcra kurulu başkanı Serpil Timuray, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İstanbul Politika Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman ve gazeteci Enis Berberoğlu bulunmaktadır.
Bu yılki Bilderberg Toplantısı’nın ‘karar vericileri’ arasında Henry Kissinger, Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, Dünya Ticaret Örgütü Başkanı Pascal Lamyi, Google Başkanı Eric Schmidt gibi isimler vardır.
Her yıl başka bir ülkede buluşan Bilderbergciler, 2008’deki ABD seçimlerinden önce de Amerika’da toplanmışlardı. O zaman dünyaya Obama’yı ‘hediye’ ettiler. 4 yıl sonra Bilderberg, dünya kanla imtihan edilirken, yine bir seçim öncesi Amerika’da toplandı.. Dünyaya yeni bir kukla ve yeni bir savaş baronu belirleyecekler.
Bu masonik gizli CEMAAT 1920’lerden beri dünyanın geleceğine el koyuyor.. Küresel çete dünyadaki tüm sermayenin yüzde 65’ini elinde tutuyor ve ve tüm ülkelerde GİZLİ gündemlerini uygulamak için ÖRÜMCEK AĞLARI örgütlüyor..
CFR (Dış İlişkiler Konseyi), Trileteral ve BİLDERBERG her yıl gizli toplantılarla dünyanın en güçlü 100 küsur kişisini bir yerde topluyor ve hepimizi etkileyecek kararlar alıyor.. Erol BİLBİLİK bu çeteyi şöyle özetliyor:
‘Uluslararası dev tröstler adına dünyayı yöneten üç gizli örgüt vardır.
Bu yapılanmanın en üst örgütü Dış İlişkiler Konseyi (CFR), onun bir alt örgütü Üçlü Komisyon (TC) ve bunun bir alt örgütü de Bilderberg Grubu (BG)’dur.
Her üç örgütün de Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya’dan olmak üzere toplam beş bine yakın üyesi vardır.
Türkiye’nin Bilderberg Grubu‘na mensup yaklaşık 40′a yakın yaşayan üyesi vardır.’
Bilderberg’in kurucusu Hollanda Prensi Bernard ve sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger’di.
Retinger Bilderberg kurallarını anlatırken “Batı’nın etik ve kültürel değerlerini paylaşmayı ve savunmayı’ şart koşmuştu.. Katılımcılar finans baronları, işadamları, siyasiler, ticari örgütler, diplomatlar ve medya mensuplarından oluşacaktı…
Erol Bilbilik, ‘Bilderberg aslında Amerikan sermayesinin ve elitinin, CIA’in Avrupa ayağıdır.’ der. Bu masonik gizli teşkilatın ülkelerin kaderleriyle ilgili çok gizli kararlar aldığını Türkiye’nin kaderinin de bu toplantılarda tayin edildiğini anlatır. (Dünyayı yöneten gizli örgütler- Erol Bilbilik)
‘Türkiye’yi uzun dönem yöneten pek çok kişi Bilderberg üyesi olarak kalmıştır. 1950’li yıllardan sonra pek çok iç ve dış politikayı Türkler değil, Bilderberg, CFR ve Trilateral Komisyon Üyeleri belirlemiştir.’
Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığı’na, Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz ise Başbakanlığa Bilderberg toplantıları sonrasında yürümüştür…
Bülent Erandaç dün Takvim gazetesinde, Bilderberg toplantılarına katılan Türk’lerden ve küresel efendilerin ‘derin ilişkilerinin’ Türkiye ayağından örnekler verdi.
‘1995: Toplantıya katılan Cem Boyner parti kurdu.
1996: Toplantıya katılan Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile Dışişleri Bakanı EMRE GÖNENSAY yurda döndü, 4 gün sonra hükümet düştü.
GAZİ ERÇEL, 28 Şubat darbe hükümetlerinde Merkez Bankası Başkanı idi. Türkiye’nin yaşadığı en büyük krize giden günlerde paranın rotasını çiziyordu.
1998: Toplantısına katılan merhum Dışişleri bakanı merhum İSMAİL CEM de parti kurdu.
2002: Dünya Bankası’nı bıraktı, 3 Mart 2001’de Ecevit Hükümetinin Ekonomi Bakanı oldu.
2004 yılından itibaren, Koç Holding Yön. Kur. Başkanı MUSTAFA KOÇ’un liderliği başladı.
2007 yılı Türkiye için çok önemli bir yıldı. İlginçtir Bilderberg toplantısı da İstanbul’da yapıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan e-muhtırası, Hudson darbe toplantıları da o yıldı.
SONUÇ: Derin dünya olaylarının şifrelerini istiyorsanız, Bilderberg toplantılarına ve katılanlara bakınız..’
Bilderberg’in Türkiye sorumlusu Henry Kissinger’dır.. Ve Koç Holding yönetim kurulu başkanı Mustafa Koç her toplantıya katılır ve Türkiye sorumlusudur.. Sabancı grubundan Suzan Sabancı da hemen her toplantıya katılmakta ya da Sabancı grubunu temsilen birileri davetliler arasında bulunmaktadır.. Ali Babacan daimi katılımcı gibidir. CHP’den Faik Öztrak ve CHP eski milletvekili, Cumhurbaşkanı Gül’ün danışmanı Zeynep Damla Gürel katılımcı olmuştur..
Son 10 yıldır ‘küresel cemaat toplantılarına’ katılan gazeteci ve akademisyenler arasında Sedat Ergin, Nuri Çolakoğlu, Hasan Cemal, Soli Özel Ruşen Çakır, Cengiz Çandar, Zeynep Göğüş, Fehmi Koru, Sami Kohen gibi isimlere rastlanmaktadır.. Bu yıl onlara Fuat Keyman ve Enis Berberoğlu katılmıştır.
3 Haziran sonrası bu yıl Bilderberg’de alınan kararların kokuları çıkar. Katılımcıların beyanlarını dikkatle takip edin.. Gerek Amerikan seçimlerinin sonuçlarını, İsrail oyunlarını, gerek Suriye ve İran’daki gelişmeleri, Çin ve Pasifik’deki küresel cemaatin adımlarını koklayacaksınız..
Türkiye’ye biçilen ‘rol’ için de ‘Türk’ Bilderberg ‘severlerin’ beyanlarındaki satır aralarını iyi takip edin…

Bu mafyanın ilk toplantılarına katılan Adnan Menderes olmuştur. 

1950 yılından bu yana halktan yetki alan ne kadar iktidar varsa bu çetenin emrine girmiş vatanımız ve milletimiz aleyhine işbirliği yapmışlardır. 

Koç ve Sabancı deyince artık aklımıza sanayi ve üretim değil, ihanet gelmektedir. Üretimde yaptıkları söylenemez. Perakendeci olup marketlerinde limon, kamera, cep telefonu satarak esnafa rakip olarak ithalat ürünleri satmaktadırlar. 

Ve son 16 yılda yapılan özelleştirmeler sonucu ülkemizin en büyük kurumu olan Tüpraş Koç ve İngilizlere satıldı. 

Fenerbahçe sıradaki satıştır.

Gerçeği gördüğü ve bildiği halde yalanlara inanmak, aptallıktır. 

Önder Karaçay